Anayasa Nedir, Ne Değildir?
Anayasa nedir, Anayasanın üstünlüğü ne anlama gelir?
Anayasa bireyler için neden önemlidir?
Anayasa devlet için neden önemlidir?
Bugün dünyada uygulanan belli başlı anayasal modeller hangileridir?
Anayasal demokrasi ne demektir? Bu kavram neden önemlidir?
Anayasaların içinde neler yer alır?
Anayasalar neden “sosyal sözleşme” olarak nitelendirilir?
Osmanlı-Türk anayasa tarihinde bugüne kadar kaç anayasa yapılmıştır?
1982 Anayasası hangi şartlarda, nasıl bir ortamda yapılmıştır?
1982 Anayasası’nın temel özellikleri nelerdir?
1982 Anayasası bugüne kadar kaç kez değiştirilmiştir?
Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı var mıdır?
Bu sivil toplum platformunun temel anayasa yaklaşımı nedir?
Anayasa nedir, Anayasanın üstünlüğü ne anlama gelir?
Anayasa bir
hukuk sistemi içindeki en “üstün” yasadır.
1982 Anayasası’nın
11. maddesine göre: “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı
organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan
temel hukuk kurallarıdır. / Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.”
Buna göre, “anayasanın üstünlüğü”, en başta yasaların Anayasa’ya
aykırı olmaması gerektiğini ifade eder. Yani Türkiye Büyük Millet
Meclisi (TBMM) Anayasa’ya uygun yasalar yapmak zorundadır. Dünyada
bir çok anayasal sistemde, yasaların Anayasa’ya uygun olup olmadığı
yargı organı tarafından denetlenir. Bizim anayasal sistemimizde bu
görev Anayasa Mahkemesi’ne verilmiştir. Anayasa Mahkemesi Anayasa’ya
aykırı yasaları iptal ederek “anayasanın üstünlüğü” ilkesinin
hayata geçirir.
Yasama organı
gibi, yürütme organı da Anayasa ile bağlıdır. İdari yargı, idarenin
eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunu denetlerken aynı zamanda
idarenin Anayasa’ya uygun hareket etmesini sağlar.
Yargı organı
açısından da hukuk sistemindeki en üstün yasa Anayasa’dır. Yargıçlar,
önlerine gelen davalarda yasaları uygularken, uyuşmazlıkları çözerken
veya “Türk Milleti” adına cezalandırma yetkisini kullanırken
hep Anayasa’nın çizdiği çerçeve içinde hareket eder.
Devlet organları
dışında tün özel ve tüzel kişiler de “anayasanın üstünlüğü”
ilkesine saygı göstermek zorundadır.
Bütün bunların
ötesinde Anayasa’nın üstünlüğü, Anayasa’nın yasalardan daha
zor değiştirileceği anlamına da gelir. Örneğin, anayasaların
bazı maddelerinin değiştirilmesi yasaklanabilir, Anayasa’da değişiklik
yapılması için yasama organında yasaları değiştirmek için aranan
çoğunluktan daha fazla bir çoğunluk aranabilir veya anayasa değişikliklerinin
yürürlüğe girmesi için halkoylamasına sunulması şartı konabilir.
Bütün bu yöntemler değiştirilme açısından da anayasaların hukuk
sistemindeki diğer kurallardan üstün olmasını sağlar.
Anayasa bireyler için neden önemlidir?
Hukuk kuralları
toplumsal ilişkileri düzenler; bireyler hukuk kurallarının sağladığı
kesinlik sayesinde, toplumsal ilişkilere rahatça girer, plan yapar
ve belli sonuçları öngörebilir. Hukuk kuralları toplumsal yaşamı
düzenlemekle kalmaz bireyler için bir takım güvenceler de getirir.
Bu bağlamda, temel hak ve özgürlükleri güvence altına alan Anayasa;
bireyleri diğer bireylere ve bireyleri devlete karşı koruyan hukuki
bir kalkan işlevi görür. Yaşama hakkından, düşünce özgürlüğüne;
mülkiyet hakkından, çalışma özgürlüğüne insan onuruna yaraşır
bir yaşamın teminatı Anayasa’dır.
Anayasa devlet için neden önemlidir?
Anayasa sadece bireyler için değil devlet için de önemlidir. Devletin temel yapısını kuran belge Anayasa’dır. Devletin üç temel organının, yani yasama, yürütme ve yargının kuruluş ve işleyişine ilişkin esaslar Anayasa’da yer alır. Bu organların birbirleriyle olan ilişkileri de Anayasa’ya göre düzenlenir. Bütün bunların ötesinde, devletin kendisine yüklenen görevleri yerine getirmesi için kullanması gereken yetkilerin kaynağı da Anayasa’dır. 1982 Anayasası’nın 6. maddesinde yer alan şu düzenleme Anayasa’nın bu niteliğini açıkça ifade eder: “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.”
Bugün dünyada uygulanan belli başlı anayasal modeller hangileridir?
Günümüzde
kural olarak yazılı anayasalar geçerlidir; yani her devlet adı “anayasa”
olan, hukuk sistemindeki en üstün kuralları içeren, yasalara göre
daha zor değiştirilebilen bir hukuki belgeye sahiptir. İstisnai olarak
birkaç ülkede, örneğin İngiltere’de halen yazılı bir anayasa
kabul edilmemiştir. Bu ülkede devlet hayatını düzenleyen, devlet
ile vatandaşlar arasındaki ilişkilerin çerçevesini çizen bir takım
tarihi bildirgeler, yasalar ve gelenekler anayasa işlevini yerine getirmektedir.
Yazısız anayasa modeli İngiltere dışında pek kabul görmediği
halde, İngiliz anayasal sisteminde ortaya çıkan birçok kurum dünya
anayasalarını etkilemiştir. 19. yüzyıl sonlarında bugünkü biçimine
kavuşan İngiliz anayasal sisteminin en büyük etkisi hükümet sistemi
açısından hissedilmiş, “parlamenter sistem” birçok Avrupa anayasasının
hükümet sistemi tercihinde esin kaynağı olmuştur. İngiltere’de
uygulandığı biçimiyle parlamenter hükümet sisteminde, yasama yetkisi
“Avam Kamarası” ve “Lordlar Kamarası”ndan oluşan iki meclisli
bir parlamento tarafından kullanılır. Yürütme organı ise iki unsurdan
oluşur: “Devlet başkanı” sıfatını taşıyan bir monark (kral
veya kraliçe) ve bakanlar kurulu. Bakanlar kurulunun başında “hükümet
başkanı” sıfatını taşıyan bir başbakan bulunur. İngiliz parlamenter
sisteminde kral veya kraliçenin yetkileri semboliktir. Asıl icrai
yetkileri kullanan, yani gerçek yürütme yetkisinin sahibi, parlamentonun
içinden çıkan ve parlamentoya karşı sorumlu bir başbakan ve bakanlar
kuruludur.
1789 Fransız
Devrimi sonrasında yapılan ve bir başka anayasal modele vücut veren
1791 Fransız Anayasası, İngiliz anayasal modeliyle benzerlikler taşır.
Fransız anayasal sisteminde de yürütme erki monarkın yani kralın
elindedir ve onun otoritesi altında bakanlar tarafından kullanılır.
Yasama erki ise tek meclisli bir parlamentoda, yani “Milli Meclis”te
toplanmıştır. İngiliz sistemiyle karşılaştırıldığında, Fransız
sisteminde monarkın biraz daha güçlü olduğu söylenebilir. Bakanlar
siyaseten Milli Meclis’e karşı sorumlu olmalarına rağmen monark
tarafından atanır ve görevden alınırlar. İngiliz sistemiyle Fransız
sistemi arasındaki en önemli fark ise, İngiltere’de yazılı bir
anayasa olmamasına karşılık, Fransa’da yazılı bir anayasanın
bulunmasıdır. Dolayısıyla, bu fark göz önüne alınarak İngiliz
modeline “parlamenter monarşi”, Fransız modeline ise “anayasal
monarşi” ismi verilebilir. 1791 Anayasası, çok uzun yaşamasa da,
özellikle 19. yüzyılda yapılan birçok anayasayı etkilemiştir.
Bu anayasadan etkilenen anayasalara örnek olarak; 1809 İsveç Anayasası,
1812 İspanyol Anayasası, 1814 Norveç Anayasası ve 1831 Belçika
Anayasası verilebilir.
18. yüzyıl sonunda yaşanan liberal devrimler sonrasında yapılan bir diğer anayasa, 1787 tarihli Amerikan Anayasası ise, anayasa tarihindeki bir başka modelin kaynağı olmuştur. “Anayasal cumhuriyet” ismini verebileceğimiz bu model, İngiliz ve Fransız anayasal modellerinden iki noktada ayrılır: Birincisi, Amerikan Anayasası ile benimsenen devlet tipi cumhuriyettir. İkincisi, Amerikan Anayasası ile kurulan hükümet sistemi “başkanlık sistemi”dir. Bu sistemde; halk tarafından seçilen, hem “devlet başkanı” hem “hükümet başkanı” sıfatını taşıyan ve yasama organına karşı siyasi olarak sorumlu olmayan bir başkan bulunur; yürütme yetkisi esas olarak başkan tarafından tek başına kullanılır. Amerikan anayasal modelinin bir diğer boyutu ise “federalizm”dir. Birden fazla “federe” devletin bir anayasa temelinde bir araya gelerek oluşturdukları “federal devlet” modeli günümüzde pek çok dünya anayasasında benimsenmiş bir kurumdur.
19. yüzyıl
yazılı anayasaların yayıldığı yüzyıldır. Bu yayılma, anayasaların
anavatanı Avrupa ile sınırlı kalmaz; Latin Amerika'da önemli anayasa
hareketleri görülür. İspanya’dan bağımsızlıklarını kazanan
Latin Amerika ülkeleri, örneğin; Kolombiya (1811), Venezüella (1811),
Şili (1818), Peru (1823), Meksika (1824) ve Arjantin (1853) birbiri
ardına yeni anayasalarını yapar. Bu anayasaları etkileyen modellerin
başında, kendisi de 1791 Fransız Anayasası’ndan etkilenen 1812
İspanyol Anayasası gelir. Ancak Avrupa anayasalarının devlet tipi
açısından Latin Amerika anayasaları üzerindeki etkisi sınırlıdır;
Latin Amerika’da devlet tipi olarak monarşi değil cumhuriyet tercih
edilir. Hükümet sistemi açısından ise Amerikan anayasal modeli
etkili olur ve birçok Latin Amerika ülkesinde Amerikan tipi başkanlık
sistemi kabul edilir. Amerikan modelinin bir diğer unsuru olan federalizm
Latin Amerika’da başkanlık sistemi gibi etkili olmaz ve Arjantin,
Venezüella ve Meksika dışında bu sistem tercih edilmez.
1917 yılında
Rusya’da gerçekleşen “Ekim Devrimi” ile yeni bir anayasal model
ortaya çıkar: “Sosyalist anayasal model”. 1918 yılında Sovyetler
Birliği’nde ilan edilen anayasa, bu modelin temel esaslarını ortaya
koyar. Soğuk Savaş yıllarında Sovyetler Birliği'nin hegemonyası
altındaki Doğu Avrupa ülkelerinde yapılan anayasalar da büyük
ölçüde Sovyetler Birliği tarafından geliştirilen “Sosyalist
anayasal model”den esinlenir. Arnavutluk 1946, Bulgaristan 1947, Romanya
ve Çekoslovakya 1948, Macaristan 1949 ve Polonya 1952 yıllarında
ard arda anayasalarını ilan eder. Çekoslovakya 1960, Romanya 1952
ve 1965, Bulgaristan 1971 ve Arnavutluk 1976 yıllarında yeni sosyalist
anayasalarını yapar. Bu anayasalar özellikle “merkezi planlama”
ve “kamu mülkiyeti”ne dayanan ekonomik sistem tercihleriyle liberal
anayasalardan ayrılır. Bunun dışında, kağıt üzerinde zengin
bir temel hak ve özgürlükler listesi içeren bu anayasalar, uygulamada
son sözü söyleyen Komünist Parti ve yöneticilerinin neredeyse sınırsız
ve keyfi iktidarını dizginlemek için yetersiz kalır.
II. Dünya
Savaşı sonrasında milletlerarası alanda insan hakları konusunda
önemli ilerlemeler görülür. Milletlerarası hukuki belgelerle garanti
altına alınan ve milletlerarası koruma mekanizmalarıyla desteklenen
evrensel insan hakları standartları, savaş sonrası yapılan anayasaların
da özgürlük anlayışını şekillendirir. Milli anayasal sistemlerde,
milletlerarası insan hakları hukukuna paralel olarak, bireyin hukuk
alanı evrensel özgürlük anlayışına göre inşa edilir. Böylece
Aydınlanma Çağı’ndan 18. yüzyıldaki liberal devrimlere uzanan
çizgide, “liberal anayasal model”, özellikle II. Dünya Savaşı
sonrasında, Avrupa’da nihai olarak kabul edilen anayasal model olur.
Son olarak
20. yüzyılın son çeyreğinde Güney Avrupa'da ortaya çıkan, oradan
önce Latin Amerika’ya, sonra Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa'ya
ulaşan “3. demokratikleşme dalgası” yeni bir anayasacılık hareketini
de beraberinde getirir. Demokrasiye geçen ülkelerde bir biri ardına
anayasalar yapılırken tercih edilen model “liberal anayasal model”dir.
Anayasal demokrasi ne demektir? Bu kavram neden önemlidir?
Anayasal demokrasi
çok kısa bir biçimde “Anayasal devlet + Demokratik devlet” şeklinde
formüle edilebilir. Bu tanım çerçevesinde “anayasal demokrasi”
kavramını açıklayabilmek için öncelikle “anayasal devlet”
ve “demokratik devlet” kavramları üzerinde durmak gerekir.
Anayasal
devlet: Kural olarak günümüzde her devletin, yazılı veya yazısız
bir anayasası vardır. Ancak “anayasalı devlet” “anayasal devlet”
demek değildir. Siyasi iktidar büyük bir güç potansiyelini ifade
eder. Dolayısıyla, siyasi iktidara sahip olanların her zaman siyasi
iktidarı bu iktidara sahip olmayanlar aleyhine kullanma ihtimali vardır.
İşte anayasal bir devlette anayasa, bireyleri siyasi iktidara karşı
koruyan kurumsal bir kalkan işlevi görür. Bu tespitten yola çıkarak
anayasal devlet; siyasi iktidarın, bireyi korumak amacıyla, “anayasacılık”
prensiplerine uygun olarak kullanılması esasına dayanan devlet olarak
tanımlanabilir.
Anayasacılık
esas olarak iki prensip içerir; “Hukuk Devleti” ve “Kuvvetler
Ayrılığı”. Hukuk devleti, siyasi iktidarın hukuk kurallarıyla
sınırlı olmasını ifade eder. Bir başka deyişle, yönetenler siyasi
iktidarı, yönetilenler için ve yönetilenler adına kullanırken,
aynı yönetilenler gibi hukuk kurallarıyla, en başta da anayasa ile
bağlı olmalıdır. Kuvvetler ayrılığı ise siyasi iktidarın üç
devlet organı, yani yasama, yürütme ve yargı arasında bölüştürülmesini
anlatır. Eğer siyasi iktidar tek elde toplanacak olursa, iktidarın
kötüye kullanılması ihtimali artacak, iktidarı denetlemek güçleşecektir.
Bir gücü frenlemenin ya da durdurmanın en etkin yollarından biri
karşısına eşit, hatta daha büyük bir güç çıkarmaktır. İşte
kuvvetler ayrılığı siyasi iktidarı; yasama, yürütme ve yargı
organları arasında bölüştürüp, bunları birbirine karşı dengeleyerek
bu gücü kendi iç dinamikleriyle kontrol altına alınmasını mümkün
kılmaktadır. Kuvvetler ayrılığı iki şekilde uygulanabilir: sert
ve yumuşak. Başkanlık sisteminde sert kuvvetler ayrılığı geçerlidir,
yani yasama, yürütme ve yargı organları arasında kesin bir ayrım
mevcuttur. Bu tür sistemlerde devlet organları birbirlerinden kesin
olarak ayrıldıkları için her bir organ kendi görev ve yetkilerine
adeta kıskançlıkla sahip çıkar ve diğerlerinin bu alanlara müdahale
etmesini engeller. Dahası, bu organlar, “fren ve denge” adı verilen
bir yöntemle birbirlerini daha etkin biçimde denetleme imkanına sahip
olur. Parlamenter sistemde ise kuvvetler ayrılığı “yumuşak”
biçimde uygulanır. Yürütme organı yasama organının içinden çıktığı
ve onun güvenine tabi olduğu için, genellikle yasama ve yürütme
organı aynı siyasi partinin elinde toplanır ve organlar arasındaki
ayrım önemini yitirir.
Bu bağlamda,
kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti arasındaki ilişkiye de değinmemiz
gerekir. Hukuk devletinden söz edebilmek için yargının, yasama ve
yürütmeden bağımsız olması şarttır. Çünkü ancak bağımsız
bir yargı, diğer organların yasalara ve anayasaya uygun hareket edip
etmediğini araştırabilir ve eğer bir aykırılık varsa bunun müeyyidesini
tespit edebilir. Buna göre, kuvvetler ayrılığı prensibi iktidarın
tek elde toplanmasını önleyerek hukuk devleti prensibinin uygulanmasını
da mümkün kılacaktır.
Demokratik
devlet: Anayasal devlet, siyasi iktidarın nasıl kullanılacağı
sorusuna cevap arar. Bir anayasal devlette siyasi iktidar anayasacılık
prensiplerine (yani “Hukuk Devleti” ve “Kuvvetler Ayrılığı”
prensiplerine) uygun olarak kullanılır. Demokratik devlet
ise, daha çok; “Siyasi iktidar kimin tarafından kullanılır?”
“Siyasi iktidar hangi kurallara göre el değiştirir?” sorularıyla
ilgilidir. Tarih boyunca bu sorulara farklı cevaplar verilmiş ve bu
cevaplar çerçevesinde farklı rejim biçimleri ortaya çıkmıştır.
Demokrasi adını verdiğimiz rejimlerde siyasi iktidar halk adına,
halk tarafından seçilen ve halka hesap veren yöneticiler tarafından
kullanılır. Bir başka ifadeyle, demokratik bir devlette, siyasi iktidarı
kullanacak olanlar seçimler yoluyla belirlenir ve siyasi iktidar gerektiğinde
yine seçimler yoluyla barışçı bir biçimde el değiştirir. Bu
tespitten de anlaşılacağı gibi, demokratik devlet açısından seçim
ve ona bağlı kavramlar, örneğin siyasi partiler önem kazanır.
Rejimin bu boyutuna ilişkin düzenlemeler kısmen anayasada (örneğin,
1982 Anayasası, m. 67-69, 76-79, 127), büyük ölçüde de seçim
mevzuatında (298 sayılı “Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen
Kütükleri Hakkında Kanun”, 2839 sayılı “Milletvekili Seçim
Kanunu”, 2829 sayılı “Siyasi Partiler Kanunu”) yer alır.
Anayasal
demokrasi = Anayasal devlet + Demokratik
devlet: Her ne kadar ”Anayasal devlet” ve “Demokratik
devlet” iki ayrı kavramı ifade etse de, günümüzde bu iki ilkenin
bir arada uygulanması gerektiği kabul edilmektedir. Buna göre, “Anayasal
demokrasi” olarak nitelendirilen rejimlerde; “Anayasal devlet”
düşüncesinden gelen “Hukuk Devleti” (yani siyasi iktidarın hukukla
sınırlanması) ve “Kuvvetler Ayrılığı” (yani siyasi iktidarın
devlet organları arasında bölünmesi) unsurları “Demokratik devlet”
düşüncesinden gelen “serbest ve adil seçimler” (yani siyasi
iktidarı kullanacak yöneticilerin yönetilenlerin oylarıyla belirlenmesi)
ile birleşmektedir. Öyleyse, bugün ideal bir yönetim biçimi olarak
”Anayasal demokrasi” deyince aklımıza, çok kısa bir biçimde,
seçimle devredilebilen sınırlı ve bölünmüş siyasi iktidar
gelmelidir. Bu tanım çerçevesinde “Anayasal demokrasi”; hem çoğunluğun
iradesine uygun bir yönetimi esas almakta, hem de azınlıkta kalanların
temel hak ve özgürlüklerinin korunmasına imkan vermektedir.
Anayasaların içinde neler yer alır?
Anayasaların
çoğunda bir başlangıç bölümü bulunur. Başlangıç, anayasanın
felsefesini, yapıldığı dönemin siyasal ve toplumsal koşullarını,
yapılış nedenlerini, dayandığı temel ilke ve değerleri ortaya
koyan metindir. Başlangıç bölümü edebi bir dille kaleme alınır.
Bu nedenle de genellikle hukuki açıdan kendi başına bir değer taşımaz.
Başlangıç bölümüne yer veren yaşayan en eski anayasa 1787 tarihli
ABD Anayasasıdır. Çağdaş anayasalarda başlangıç bölümünün
ardından genel esaslar bölümü gelir. Genel esaslar bölümünde
devletin temel nitelikleri açıklanır. Devlet modeli (üniter, federal
ya da bölgeli), din-devlet ilişkileri ve bireylerin devlet karşısındaki
konumuna ilişkin ilkeler bu bölümde yer verilir.
İnsan hakları
da anayasaların bir parçasıdır. Çağdaş anayasaların bir çoğunda
temel hak ve özgürlükler listesi geniş bir yer tutmaktadır. Anayasalarda
yer alan özgürlüklerin bir kısmı, konut dokunulmazlığı, ifade
özgürlüğü, din özgürlüğü, kişi güvenliği gibi devletin
karışamayacağı, dokunamayacağı, kişiyi devlete ve topluma karşı
koruyan haklardır. Seçme, seçilme, siyasi parti kurma, siyasi partiye
üye olma gibi kişinin devlet yönetimine katılmasını sağlayan
siyasi nitelikli “katılma hakları” da anayasalarda düzenlenir.
Kişi hakları ve siyasi haklar tarihsel olarak ilk ortaya çıkan haklar
oldukları için “Birinci kuşak haklar” olarak da bilinir. Çalışma,
sağlık, sosyal güvenlik hakkı gibi ekonomik nitelikli haklar da
bireye devletten bir hizmet ya da edim isteme olanağı tanır. Birinci
Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan ve İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra yapılan anayasaların çoğunda yer alan bu haklar “İkinci
kuşak haklar” olarak da tanımlanır. Bütün bunlara ek olarak bazı
anayasalarda çevre, barış, gelişme hakkı gibi son yıllarda güncel
hale gelen “Üçüncü kuşak haklar”a da rastlanmaktadır. Günümüz
anayasaları, yukarıda belirtilen hak ve özgürlükleri sıralamanın
ötesinde, bu hakların bireyler tarafından kullanımını sağlayacak
güvenceleri de içinde barındırır.
Anayasa, devlet
organlarının yapısı, işleyişi ve birbirleriyle olan ilişkileri
de düzenler. Yasama, yürütme ve yargı organının kuruluşu, işleyişi,
yetki ve görevleri ve bunların birbirleriyle olan ilişkileri anayasalarda
yer alır. Yasama ve yürütme organlarının yapısı, yetkileri ve
bu iki organ arasındaki ilişkinin anayasada düzenleniş biçimi aynı
zamanda devletin hükümet sistemini (başkanlık, yarı başkanlık
ya da parlamenter) de ortaya koyar. Devlet yetkilerinin merkezle yerel
yönetimler, bölgeler ya da eyaletler arasında paylaşımı da anayasalarda
yer alan konular arasındadır. Söz konusu yetki paylaşımı devletin
üniter mi, federal mi, yoksa bölgeli bir yapıya mı sahip olduğunu
göstermesi açısından önem taşır.
Son olarak
anayasa metninde Anayasa’nın değiştirilme yöntemi bulunur. Günümüzde
yazılı anayasaların büyük bölümünde, “anayasanın üstünlüğü”
ilkesini gerçekleştirmek amacıyla, Anayasa’nın değiştirilmesi
için yasalardan daha zor bir yöntem öngörülmüştür.
Anayasalar nasıl yapılır?
Anayasa yapımı
en kısa biçimiyle bir toplumda temel siyasi-hukuki tercihlerin yapılması
olarak tanımlanabilir. Bu tanım akla bir soru getirmektedir: Bu temel
tercihleri kim yapacaktır? Anayasa bir toplumda yaşayan tüm bireyleri
ilgilendirdiğine göre, bu sorunun yanıtı “herkes”, yani “halk”
olmalıdır. Teorik olarak kabul edilebilir olan bu yanıt uygulamada
her anayasa yapım sürecini açıklamaktan uzaktır. Burada demokratik
anayasa yapımı ve demokratik olmayan anayasa yapımı arasında bir
ayrım yapmak gerekir. Demokratik olmayan anayasa yapımı çeşitli
biçimlerde karşımıza çıkar. Anayasalar pek çok örnekte dış
veya iç güçler tarafından empoze edilebilir; yani halk iradesi göz
önüne alınmaksızın kabul edilip yürürlüğe sokulabilir. Örneğin,
1814 Fransız Anayasası Kralın tebaasına bir ihsanı, bir lütfudur.
1947 Japon Anayasası ise, II. Dünya Savaşı sonrasında yenik düşen
bu ülkeye büyük ölçüde ABD tarafından dikte ettirilmiştir.
Bir anayasanın
demokratik yöntemlerle yapılmış sayılması için halkın iradesi
doğrultusunda ortaya çıkması ve yürürlüğe girmesi gerekir. Anayasanın—sembolik
de olsa—bir “sosyal sözleşme” olarak görüldüğü bu tür
anayasa yapım süreçlerinde amaç; halkın katılımı ve temsilini
esas alarak, mümkün olan en geniş uzlaşmayla bir anayasa ortaya
çıkarmaktır. Demokratik anayasa yapım yönteminde “halk” her
aşamada karşımıza çıkar. Birincisi, anayasayı yapacak olanlar
mutlaka halk tarafından serbest ve adil seçimler yoluyla seçiler.
İster kurucu meclis olsun, ister normal meclis olsun anayasayı yapacak
olan organ halkın iradesiyle belirlenmeli ve mümkün olan en geniş
biçimde toplumsal dengeleri yansıtmalıdır. İkincisi, anayasanın
kaleme alınması aşamasında mutlaka sivil toplum örgütlerinin fikri
alınmalıdır. Anayasayı kaleme alacak olan meclis de olsa, anayasa
sivil toplumdan gelen talep, öneri ve eleştiriler doğrultusunda şekillendirilmelidir.
Üçüncüsü, anayasa yapım sürecinde son sözü halk söylemeli,
yani anayasanın yürürlüğe girme aşamasında “halkoylaması”
yöntemine başvurulmalıdır.
Anayasalar neden “sosyal sözleşme” olarak nitelendirilir?
Anayasa toplumun
üzerinde anlaşmaya vardığı, tabi olmayı kabul ettiği temel ilkeleri
ifade eden bir hukuki metindir. Bu yüzden anayasalar—sembolik anlamda
da olsa— “sosyal sözleşme”ler olarak kabul edilir.
Osmanlı-Türk anayasa tarihinde bugüne kadar kaç anayasa yapılmıştır?
Bugüne kadar
Osmanlı-Türk anayasa tarihinde beş anayasa yapılmıştır. Bunlar
sırasıyla, 1876; 1921; 1924; 1961; ve 1982 Anayasalarıdır.
1876 Kanun-i
Esasisi: Osmanlı İmparatorluğu’nda ilan edilen ilk anayasa
1876 Kanun-i Esasidir. Bu anayasa, padişahın tek taraflı iradesiyle
yapılmış bir ferman anayasadır. Anayasa, devletin monarşik ve teokratik
yapısını korumaktadır. Söz konusu Anayasayla iki kanatlı bir yasama
organı oluşturulmuş (Meclis-i Umumi); bunlardan Heyet-i Ayan üyelerinin
Padişah tarafından seçilip atanması, Heyet-i Mebusan üyelerinin
halk tarafından seçilmesi yöntemi benimsenmiştir. Böylece bu Anayasa
ile ilk kez—kısmen de olsa—halkı temsil eden bir parlamento kurulmuştur.
Ancak Heyet-i Mebusan’a ne yasama süreci ne hükümeti denetleme
açısından önemli bir yetki tanınmıştır. Padişah’ın sorumsuzluğu
ve kutsallığı anlayışı ile yasama-yürütme ilişkilerindeki üstünlüğü
bu Anayasa’da sürdürülmüştür. Padişahın Heyet-i Ayan üyelerini
ve Meclis başkanlarını seçmesi; Meclis-i Umumi’nin ancak Padişah’ın
izniyle yasa önerebilmesi; iki Meclis tarafından kabul edilen bir
yasayı Padişah’ın mutlak olarak veto edebilmesi; Meclis’i toplantıya
çağırma ve feshetme yetkisinin padişaha ait olması; Hükümet (Heyet-i
Vükela) üyelerinin Padişah tarafından seçilmesi ve bunların yalnızca
Padişah’a karşı sorumlu olması; Parlamento’nun Hükümeti denetleme
yetkisinin olmaması Padişah’ın sistem içindeki ağırlığını
gösteren düzenlemelerdir. Bu hükümlere bakıldığında, 1876 Anayasası’nın
anayasal monarşiyi benimsediğini söylemek güçtür. Bunun dışında,
1876 Anayasası yasa önünde eşitlik; kişi özgürlüğü ve dokunulmazlığı;
basın özgürlüğü; eziyet, işkence; müsadere ve angarya yasağı
gibi çok sayıda hak ve özgürlükle önemli yargısal güvenceleri
tanımıştır. Ne var ki, tanınan bu hak ve güvenceler anayasada
padişaha tanınan sürgün yetkisiyle etkisiz kılınmıştır.
II. Meşrutiyet’in
ilanının ardından toplanan Meclis-i Umumi 8 Ağustos 1909 tarihli
yasayla Kanun-i Esasi’de çok önemli değişiklikler yapmıştır.
Bu nedenle Kanun-i Esasi’nin yeni biçimi bazı yazarlarca “1909
Anayasası” olarak da adlandırılmaktadır. 1909 değişiklikleri,
1876 Anayasası’nın ilk biçiminden farklı olarak, padişahın
tek taraflı iradesiyle değil, parlamentonun girişimi ve katılımıyla
gerçekleştirilmiştir. Artık Bu düzenlemelerle Osmanlı İmparatorluğu’nda
gerçek anlamda anayasal monarşinin benimsendiği söylenebilir. Söz
konusu değişikliklerle padişahın yetkileri önemli ölçüde sınırlanmıştır.
Sadrazamı ve onun seçtiği Heyet-i Vükela üyelerinin Padişah tarafından
atanmasına rağmen, Heyet-i Vükela bireysel ve toplu olarak Meclis-i
Mebusan’a karşı sorumlu tutulmuş; bir konuyu görüşmek için
Padişah’tan izin alma zorunluluğu kaldırılmıştır. Parlamento’nun
Padişah’ın daveti olmaksızın kendiliğinden toplanması ve Padişah’ın
iznine gerek olmadan yasa önerebilmesi mümkün hale getirilmiştir.
Padişah’ın “mutlak veto” yetkisi “geciktirici veto”ya dönüştürülmüştür.
1909 değişiklikleri, Parlamento’nun siyasal sistemde ağırlık
kazanmasını sağlamanın yanı sıra, toplantı ve dernek haklarının
tanınması, basına sansür yasağının konması gibi hak ve özgürlükler
alanını genişletici düzenlemelere de yer vermiştir. Padişah’a
sürgün yetkisi veren hükmün metinden çıkarılması da, hak ve
özgürlüklerin serbestçe kullanılmasını sağlamak açısından
önemli bir adım olmuştur.
1921 Teşkilat-ı
Esasiye Kanunu: Bu Anayasa 24 maddeden oluşan çerçeve bir
anayasadır. “Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu”
ilkesi ilk kez bu anayasada ifade edilmiştir. Bu hüküm, iktidarın
kaynağında köklü bir dönüşümü göstermesi açısından önemlidir.
Anayasa, millete ait olan bu egemenliğin tek ve gerçek temsilcisi
olarak Büyük Millet Meclisini göstermektedir. Meclis seçimlerinin
iki yılda bir yapılması ve meclisin kendiliğinden her yıl Kasım
başında toplanması öngörülmüştür. Bu Anayasa, yasama ve yürütme
yetkilerinin Parlamento’da toplanmasını öngören “meclis hükümeti”
sistemini benimsemiştir. Buna göre, Meclis kendi içinden bir başkan
seçecektir. Yürütme görevi de, Meclis’in kendi üyeleri arasından
seçtiği İcra Vekilleri Heyeti tarafından yerine getirilecektir.
İcra vekilleri kendi aralarından bir başkan seçmekle birlikte, Meclis
başkanı İcra Vekilleri Heyeti’nin de doğal başkanı olarak tanımlanmıştır.
1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, meclis hükümeti sistemine uygun
olarak, ayrı bir devlet başkanlığı makamı öngörmemiştir. Bu
Anayasada nahiye şuraları ve idare heyetlerinin yargısal yetkilerinden
söz eden düzenleme dışında yargı yetkisine de değinilmemiştir.
Buna karşılık, yerinden yönetime yönelik düzenlemeler bu Anayasa’da
geniş yer tutmuştur. Anayasa ülkeyi vilayetlere, kazalara ve nahiyelere
ayırmış; bunlardan vilayet ve nahiyelere tüzel kişilik ve idari
özerklik tanımıştır. 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda yapılan
en önemli değişiklik cumhuriyetin ilanıdır.
1924 Anayasası:
Ulus-Devlet anlayışının ürünü olan 20 Nisan 1924 tarihli Anayasa,
Esas Hükümler, Yasama Görevi, Yürütme Görevi, Yargı Erki, Kamu
Hakları ve Çeşitli Hükümler olmak üzere altı bölümden oluşmaktadır.
Genel Esaslar bölümünde Türkiye Devletinin Cumhuriyet olduğu; egemenliğin
kayıtsız şartsız millete ait olduğu; TBMM’nin ulusun tek ve gerçek
temsilcisi olduğu ve egemenliğini TBMM eliyle kullanacağı belirtilmiştir.
Yasama ve yürütme erkleri TBMM’de toplanmıştır. TBMM yasama yetkisini
bizzat kendisi; yürütme görevini ise cumhurbaşkanı ve bakanlar
kurulu aracılığıyla yerine getirmektedir. Yargı erki ise, millet
adına bağımsız mahkemeler tarafından kullanılır. Tek meclisten
oluşan TBMM dört yılda bir yapılan genel seçimlerle oluşmaktadır.
Milletvekillerine serbestçe çalışmalarını sağlamak için yasama
sorumsuzluğu ve dokunulmazlığı sağlanmıştır. Anayasa TBMM’ye,
yasa yapmak, yorumlamak, para basmak, genel ve özel af ilan etmek gibi
yasamaya ilişkin yetkiler yanında, soru, gensoru, soruşturma gibi
hükümeti denetlemesini sağlayacak araçlar da vermiştir.
Yürütme organının
unsurlarından biri olan cumhurbaşkanı hem devletin hem de yürütmenin
başıdır. TBMM tarafından, kendi üyeleri arasından bir dönem için
seçilir. Anayasa, cumhurbaşkanına başbakanı seçme ve atama; başbakanın
seçtiği bakanları atama; gerekli gördüğünde bakanlar kuruluna
başkanlık etme; başkomutanlığı temsil etme; yasaları yayımlama;
yasaları bir kez daha görüşülmek üzere Meclis’e geri gönderme
gibi yetkileri tanımıştır. Cumhurbaşkanı sorumsuzdur; yürütme
ile ilgili işlemleri karşı imza kuralına tabidir, yani başbakan
ya da ilgili bakan tarafından imzalanması zorunludur. Yürütme görevini
yerine getiren organ bakanlar kuruludur. Cumhurbaşkanı tarafından
atanan bakanlar kurulu meclisten güvenoyu almak zorundadır. Başbakan
ve bakanların meclise karşı kolektif ve bireysel sorumlulukları
vardır. Yargı erki bağımsız mahkemeler tarafından millet adına
kullanılır. Mahkemelerin yasayla kurulması; bağımsızlığı; yargı
kararlarının bağlayıcılığı; savunma hakkı; yargılamanın herkese
açık olması gibi yargı alanına ilişkin belli başlı ilkeler bu
anayasada tanınmıştır. Sonuçta, meclis hükümeti sisteminin bazı
etkileri devam ediyor olsa da, yasama-yürütme ilişkisi açısından
bu anayasanın parlamenter sisteme yakın bir düzenleme getirdiği
söylenebilir.
1924 Anayasası
genel ve soyut bir özgürlük ve eşitlik anlayışı öngörmüştür.
İşkence, eziyet ve zoralım yasağı; düşünce; din; vicdan; sözleşme;
dilekçe; yayın; mülkiyet; dernek; toplantı; seçme, seçilme; devlet
memuriyetine girebilme gibi klasik ve siyasi hak ve özgürlükler genel
olarak tanımıştır. Buna karşılık, ilköğretimin devlet okullarında
parasız olması dışında, sosyal ve ekonomik haklara hiç değinilmemiştir.
Anayasa, düzenlediği hak ve özgürlükler için güvenceler öngörmemiş;
milletin tek ve gerçek temsilcisi olan TBMM tarafından yasa yoluyla
söz konusu hak ve özgürlüklerin düzenlenip korunacağını varsaymıştır.
1921 Anayasasının benimsediği yerinden yönetim ilkesi bu Anayasada
öngörülmemiştir.
1924 Anayasası
önemli değişikliklere uğramıştır. 1928’de devleti laikleştirme
yönünde adımlar atılmıştır. Bu doğrultuda devletin dininin İslam
olduğu hükmü ile cumhurbaşkanıyla milletvekillerinin yeminlerinde
yer alan “vallahi” sözcüğü metinden çıkarılmış; Meclisin
şeriat hükümlerini uygulama görevi kaldırılmıştır. 1934’te
yapılan değişiklikle kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmış;
seçme yaşı 18’den 21’e çıkarılmıştır. 1937 değişikliği
ile de Cumhuriyet Halk Partisinin altı okunu simgeleyen ilkeler anayasaya
eklenmiştir. 1945’te Anayasa’nın dili sadeleştirilmiş, 1952’deki
değişiklikle ise eski haline getirilmiştir.
1961 Anayasası:
Önceki anayasalarımıza göre daha ayrıntılı ve uzundur. 1961 Anayasası
pek çok açıdan anayasa hukukumuza yenilikler getirmiştir. Bu anayasa,
1921 ve 1924 Anayasalarından farklı olarak bir Başlangıç bölümüne
yer vermiş ve bunu esas metinden saymıştır. 2. maddesi cumhuriyetin
niteliklerini sıralamıştır. Bunlar içinde devletin insan
haklarına dayanması, aynı zamanda sosyal bir hukuk devleti olması
önceki anayasalarımızda yer almayan özelliklerdir. 1961 Anayasası,
1924 Anayasasına göre çok daha geniş ve ayrıntılı bir hak ve
özgürlükler listesi sunmaktadır. Önceki Anayasadan farklı olarak
sağlık, sosyal güvenlik, sendikal haklar gibi sosyal ve ekonomik
haklar ilk kez bu anayasada yer bulmuştur. Siyasal partiler de, bu
anayasada “demokratik yaşamın vazgeçilmez unsuru” olarak düzenlenmiş;
siyasal partilerin mali denetimleri ile gerektiğinde kapatılmaları
görevinin Anayasa Mahkemesi’ne verilmesi gibi bazı özel güvenceler
öngörülmüştür. Bu anayasa, hak ve özgürlükleri saymakla yetinmemiş;
hak ve özgürlüklerin kullanımının güçleştirilmesi ya da engellenmesini
önleyici güvenceler de getirmiştir. Bu güvencelerin en önemlerinden
biri, hak ve özgürlüğün özüne dokunulamayacağına ilişkin
hükümdür.
1961 Anayasası’nın
getirdiği bir başka yenilik egemenliğin kullanılışına ilişkindir.
TBMM artık egemenliğin tek ve yegane temsilcisi değildir. Bundan
böyle egemenlik, anayasanın koyduğu esaslara göre “yetkili organlar”
eliyle kullanılacaktır. TBMM, bu yetkili organlardan yalnızca biridir.
Yasama organının kuruluşu açısından bu anayasanın getirdiği
yenilik çift meclis sistemidir. TBMM’nin bir kanadı genel oyla seçilen
üyelerden oluşan Millet Meclisi; diğer kanadı ise, genel oyla işbaşına
gelenlerin yanında, tabii senatörlük, atama gibi halk tarafından
seçilmemiş üyelerin de yer aldığı Cumhuriyet Senatosudur.
Anayasa’nın
yasama-yürütme ilişkileri açısından getirdiği yenilik, cumhurbaşkanı
seçimi ile meclisin seçim döneminin birbirinden ayrılmasıdır.
Bir kişi TBMM tarafından ve kendi içinden yedi yıl için en çok
arka arkaya iki kez cumhurbaşkanı olarak seçilebilir. Ayrıca, cumhurbaşkanının
tarafsızlığını sağlamak amacıyla seçilen kişinin varsa partisiyle
ilişiğinin kesileceği ve TBMM üyeliğinin son bulacağı belirtilmiştir.
Meclis üyesi olmayanların da bakan olarak atanması bu anayasayla
olanaklı hale gelmiştir. Ayrıca gensoru yoluyla hükümetin düşürülmesi
zorlaştırılmıştır. Milli Güvenlik Kurulu anayasal bir kurum haline
gelmiştir. Anayasanın getirdiği bir başka yenilik de TRT ve üniversitelere
özerklik tanınmasıdır.
Yukarıda da
belirtildiği gibi, hukuk devleti ilkesi ilk kez bu Anayasa’da ifade
edilmiştir. Devletin eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tabi
tutulmasını gerektiren bu ilke, “idarenin her türlü eylem ve işlemlerine
karşı yargı yolunun açık olduğu” biçimindeki hükümle
Anayasada açıkça düzenlenmiştir. Yargı alanındaki en önemli
yeniliklerden biri olan Anayasa Mahkemesi’nin kuruluşu ve yasaların
anayasaya uygunluğunu denetleme yetkisinin bu mahkemeye verilmesi de
hukuk devleti ilkesinin yaşama geçirilmesi açısından önemlidir.
Böylece yalnızca idarenin işlemleri değil, yasalar da yargı denetimi
içine sokulmuştur. Seçim yargısının da anayasal güvenceye kavuşturulması
hukuk devleti ilkesiyle ilgili bu Anayasada yer alan bir diğer önemli
yeniliktir. Bundan başka yargıçların altmış beş yaşından önce
kendi istekleri dışında emekliye ayrılamaması; yargıçların özlük
işlerine bakmak üzere Yüksek Hakimler Kurulu’nun kurulması gibi
mahkemelerin bağımsızlığı ve yargıç güvencesine ilişkin düzenlemeler
de hukuk devleti ilkesinin gerçekleştirilmesini sağlayan hükümler
arasındadır.
1961 Anayasası
1971 ve 1973 yıllarında önemli değişikliklere uğramıştır. Bakanlar
kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verilmesi; üniversite
özerkliğinin zayıflatılması; TRT’nin özerkliğinin kaldırılması;
Devlet Güvenlik Mahkemelerinin oluşturulması; Askeri Yüksek İdare
Mahkemesinin kurulması ve asker kişilerle ilgili eylem ve işlemlerin
yargısal denetiminin Danıştay’dan alınıp bu mahkemeye verilmesi;
sivillerin askeri nitelikte olmayan suçlardan dolayı yargılanmasının
olanaklı hale getirilmesi; bütün temel hak ve özgürlükler için
geçerli olan genel bir sınırlama maddesi konması; sınırlama nedenlerinin
artırılması söz konusu değişikliklere örnek olarak verilebilir.
1982 Anayasası hangi şartlarda, nasıl bir ortamda yapılmıştır?
12 Eylül 1980’de
yönetime el koyan Milli Güvenlik Konseyi (MGK), yeni anayasanın bir
kurucu meclis tarafından yapılması ve halkoylamasına sunularak yürürlüğe
girmesine karar vermişti. 1982 Anayasasının yapımına ilişkin ilk
somut adım, bu anayasayı yapacak Kurucu Meclis’e ilişkin yasanın
29 Haziran 1981’de çıkarılması ile atıldı.
Söz konusu
Kurucu Meclis Ekim 1981’de çalışmaya başladı. Kurucu Meclis,
MGK ve Danışma Meclisi olmak üzere iki kanatlıydı. MGK, Genel Kurmay
Başkanı Orgeneral Kenan Evren başkanlığında kara, hava, deniz
kuvvetleri komutanları ile jandarma genel komutanından oluşuyordu.
Sivillerden oluşan Danışma Meclisinin tamamı ise, esas olarak MGK
tarafından atanmıştır. Danışma Meclisine aday olmak için, 12
Eylül 1980’den önce herhangi bir siyasal partinin üyesi olmamak
şartı getirildi.
Danışma Meclisinde,
Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı başkanlığında on beş kişilik bir
Anayasa Komisyonu kuruldu. Anayasa maddelerinin, önce Danışma Meclisinde
sonra MGK’de görüşülmesi esası benimsendi. MGK, Danışma Meclisinden
gelen metni aynen ya da değiştirerek kabul edecek veya reddedecekti.
MGK’nın değiştirdiği metin üzerinde Danışma Meclisi, bu tür
bir yetkisi yoktu. Dolayısıyla, Kurucu Meclisin anayasa yapım sürecinde
son sözü söyleyen kanadı MGK idi. Meclisin seçimle oluşturulmamış
bu sivil kanadı, anayasa yapım sürecinde MGK için bir ön çalışma
yapmanın ötesinde bir etkiye sahip değildi.
Danışma Meclisi
23 Eylül 1982’de Anayasa taslağını tamamladı. MGK, kamuoyuna
duyurulan bu taslak üzerindeki çalışmalarına devam etti. Ne var
ki, kamuoyu, taslağa son biçimini verecek olan MGK’nin taslak hakkındaki
görüşlerini öğrenme olanağı bulamadı. MGK, anayasa taslağını
18 Ekim 1982’de kabul etti. Kabul edilen metin iki gün sonra Resmi
Gazete’de yayımlandı. Anayasanın yürürlüğe girmesi için atılacak
son adım halkoylamasıydı. Anayasanın yapım sürecine toplumun çeşitli
kesimlerinin yeterince katılımı söz konusu olmadı. MGK,
halkoylamasından önce hangi yönde oy verileceği konusunda telkinde
bulunmayı ve metnin eleştirilmesini de yasakladı. Anayasanın devlet
adına resmen tanıtılması görevini de, devlet başkanı ve MGK başkanı
Orgeneral Kenan Evren üstlendi. Basının sıkı denetim altında tutulduğu
anayasa yapım sürecinde, toplumun başlıca katılım aracı olan
siyasal partilerin, dernek ve sendikaların kapatılmış veya faaliyetlerinin
askıya alınmış olması, anayasa konusunda kamuoyu oluşturma bakımından
örgütlü bir etkinlik gösterilmesi olanağını ortadan kaldırdı.
Dolayısıyla, anayasa konusunda farklı görüşlerin kamuoyuyla
paylaşılması mümkün olmadı. Anayasanın halkoylamasında reddedilmesi
durumunda ne olacağına ilişkin bir düzenleme 1981 tarihli Kurucu
Meclis Yasasında yer almamıştı. Bu da, söz konusu olasılığın
gerçekleşmesi durumunda askeri rejimin sürüp gideceği düşüncesini
akla getiriyordu.
Sonuçta, halk,
1982 Anayasasına ilişkin ciddi bir tartışma ortamı olmadan, Anayasayı
yapanların tek taraflı propagandasıyla 7 Kasım 1982’de sandık
başına gitti. Oylama, seçmenlerin %91,3’ü gibi büyük bir katılımla
gerçekleştirildi. Anayasa vatandaşların %91,4 evet oyuyla kabul
edilerek yürürlüğe girdi.
1982 Anayasası’nın temel özellikleri nelerdir?
Cumhuriyetin
temel nitelikleri Anayasanın 2. maddesinde sayılmıştır. Buna göre,
“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet
anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine
bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik,
laik ve sosyal bir hukuk devletidir.”
Başlangıç
ilkeleri, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı:
1982 Anayasası Başlangıç bölümünü anayasa metnine dahil saymakta;
2. madde de başlangıçta belirtilen temel ilkelere atıfta bulunmaktadır.
Edebi bir dille yazılmış ve anayasa koyucunun dünya görüşünü
yansıtan Başlangıç bölümünden çıkarılabilecek ulusal egemenlik,
güçler ayrılığı, Atatürk milliyetçiliği anlayışı gibi ilkeler
Cumhuriyetin nitelikleri arasında kabul edilmektedir. “Toplumun huzuru,
milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde” ifadesi ise somut
bir içeriğe sahip olmadığından ancak Anayasanın diğer maddelerini
yorumlamada göz önünde bulundurulabilir.
Atatürk
milliyetçiliğine bağlı devlet: “Atatürk milliyetçiliğine
bağlılık“ devletin hangi milliyetçilik anlayışına sahip olduğunu
göstermektedir. Bu milliyetçilik, ırk, din, mezhep esasına değil,
kültür birliğine ve birlikte yaşama istek ve iradesine dayanır.
Dolayısıyla Atatürk milliyetçiliği ırkçı ve şovenist bir nitelik
taşımaz. Anayasanın 66. Maddesi de bunu desteklemektedir. Bu madde
uyarınca, “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan
herkes Türk'tür“. Bunun anlamı, ulusun parçası olmanın tek ölçütünün
hukuki bir bağ olmasıdır. “Atatürk milliyetçiliğine bağlılık“
aynı zamanda devletin ulusal (Ulus-Devlet) niteliğine de işaret etmektedir.
Bunun Anayasadaki yansımalarından biri, devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bir bütün olduğuna yönelik düzenlemedir. Bu hüküm,
devletin tek bir ulusa, Türk Ulusuna dayanmasını ifade eder. Türk
Ulusu, yukarıda da belirtildiği gibi, sübjektif millet anlayışına
göre tanımlanmıştır. Söz konusu düzenleme uyarınca, Ülkenin
ve ulusun birliği anayasa ile güvence altına alınmıştır. Resmi
dilin Türkçe olduğuna ilişkin düzenleme de, Atatürk milliyetçiliğine
bağlı devlet ilkesinin bir başka hukuki sonucudur. Bu düzenleme,
resmi yazışma ve işlemlerin Türkçe yapılmasını zorunlu kılmakla
beraber, vatandaşların özel yaşamlarında başka dilleri kullanmalarını
yasaklamaz.
İnsan haklarına
saygılı devlet: Anayasanın 2. maddesinde yer alan
“insan haklarına saygılı devlet"in ne anlama geldiği,
ancak Anayasanın diğer maddelerinde insan hakları konusunda
yapılan düzenlemelere bakılarak anlaşılabilir . Bu hükümler,
Anayasanın en uzun bölümü olan ikinci kısmını oluşturmaktadır.
Anayasamızda temel hak ve özgürlükler üçlü ayrıma uygun olarak
düzenlenmişlerdir: Kişinin hakları ve ödevleri, sosyal ve ekonomik
haklar ve ödevler, siyasal haklar ve ödevler. Bir temel hak ve özgürlük,
ancak yasa ile ve Anayasada kendi maddesinde sayılan nedenlerle sınırlanabilir.
Bu sınırlamalar temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunamaz; aynı
zamanda demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine uygun olmak zorundadır.
Laik Devlet:
Laiklik ilkesi, yalnızca Anayasanın 2. maddesinde devletin nitelikleri
arasında yer almamakta, aynı zamanda başka Anayasa hükümlerinin
de konusunu oluşturmaktadır. Laik devlet, vatandaşlarının dinsel
inançları ve tercihlerine saygılı olan, bütün dinlere ve inançlara
eşit mesafede duran ve aynı zamanda kutsal din duygularının kötüye
kullanılmasını önleyen devlettir. Laikliğin unsurlarından
biri olan ve 1982 Anayasasında güvence altına alınan din özgürlüğü,
herhangi bir dini inancı benimseme ve ibadet etme özgürlüğünü
de içerir. Resmi bir devlet dininin olmaması, devlet kuruluşları
ile din kurumlarının birbirinden ayrılması, devletin işleyişini
ve toplumsal ilişkileri düzenleyen kuralların dini kurallarına dayanmaması
laiklikten anlaşılması gereken diğer unsurlar olarak sıralanabilir.
Devletin resmi bir dininin olmamasının bir başka önemli sonucu da,
belli bir dinin ya da mezhebin öğretilmesinin zorunlu kılınamamasıdır.
Anayasanın, din özgürlüğünün kötüye kullanılmasını
engellemeye ve devrim yasalarının korunmasına ilişkin olarak koyduğu
düzenlemeler de laik devlet ilkesini gerçekleştirmeye yöneliktir.
Demokratik Devlet: Farklı ve tarihsel demokrasi anlayışları içinden 1982 Anayasasının kastettiği demokrasi türü, Batıda biçimlenmiş olan liberal demokrasi anlayışıdır. Anayasanın 6. maddesine göre, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Ulusal egemenlik ülkedeki yönetim biçiminin halkın kendi kendisini yönetmesi esasına dayanan demokratik sistem olmasını gerektirir. Egemenliğin ulusa ait olduğunu söylemek, en üstün iktidarın bir tek kişi ya da gruba değil, bütün ulusa ait olduğu anlamına gelir. Anayasa, egemenliğin kullanılmasının hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamayacağını belirterek de bu noktanın altını çizmektedir. Millet egemenliğinin anayasanın koyduğu esaslara göre kullanılacağının Anayasada düzenlenmiş olması, egemenliğin sınırsız kullanımına izin vermez. Seçimlerin halk egemeliğini hayata geçirebilmesi için genel, eşit, serbest, gizli oy, açık sayım ve döküm gibi ilkeler esas alınarak yapılması gerekir. Anayasa, seçimlerin dürüstlüğünün sağlanması görevini Yüksek Seçim Kuruluna vermiştir. Çağdaş demokrasinin vazgeçilmez öğelerinden biri de Siyasal partilerdir.. Bu nedenle, Anayasa siyasal partilerin kuruluş ve çalışmalarını garanti altına alan düzenlemelere yer vermiştir. Anayasa’da 1995 ve 2001 yıllarında yapılan değişikliklerle siyasal faaliyet ve siyasal partiler alanındaki yasaklar büyük ölçüde kaldırılmış ve özgürlükler genişletilmiştir. Serbest seçimlerle siyasal partilerin anayasada güvence altına alınması, demokrasinin en önemli unsurlarından biri olan siyasal çoğulculuğun gerçekleştirilmesi açısından da önemlidir.
Sosyal Devlet:
Bu ilke, sosyal adalet içinde refahı yaygınlaştırmayı amaçlamak
olarak tanımlanabilir. 1982 Anayasası, sosyal devletin gerçekleştirilmesi
amacıyla bireylere tek başlarına veya toplu olarak kullanabilecekleri
çeşitli haklar tanımıştır. Bunların bir bölümü çalışma
ve emeğin korunmasına ilişkin düzenlemelerden (çalışma hakkı
ve ödevi; zorla çalıştırma ve angarya yasağı; ücrette
adaletin sağlanması vb.); bir bölümü gelir ve servet farklılıklarının
azaltılmasına yönelik hükümlerden (vergi adaleti; özel mülkiyetin
kamu yararı amacıyla sınırlanması; sosyal güvenlik; eğitim ve
öğretim; sağlık; çevre ve konut hakkı vb) oluşmaktadır.
Ayrıca sendika, toplu sözleşme ve grev gibi toplu olarak kullanılabilen
haklar da Anayasamızda düzenlenmiştir. Anayasa, değişik 65. maddesinde,
"Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini,
bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikler gözeterek mali kaynakların
yeterliliği ölçüsünde yerine getirir." diyerek, devletin bu
alandaki sorumluluğunun sınırını çizmektedir.
Hukuk Devleti:
Anayasanın 2. maddesinde cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan
hukuk devleti, bireylere hukuk güvenliği sağlayan, yöneticilerin
de hukuka bağlı olduğu devlet olarak tanımlanabilir. 1982 Anayasasına
göre, yürütme yetkisi ve görevi anayasa ve yasalara uygun olarak
yerine getirilir. Anayasa, ayrıca, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine
karşı yargı yolunun açık olduğunu belirterek devlet organlarının
hukuka bağlılığını güvence altına almaktadır. İdarenin işlemlerinin
yanı sıra, yasaların anayasaya uygunluğunun da yargı organı denetimine
tabi tutulmasının hukuk devleti ilkesinin gerçekleştirilmesi açısından
büyük önemi vardır. 1961 yılında hukuk sistemimize giren Anayasa
Mahkemesi, 1982 Anayasasında da aynen korunmuştur. Anayasa Mahkemesi,
Anayasada belirtilen diğer yetki ve görevlerinin yanı sıra yasaların,
kanun hükmünde kararnamelerin ve meclis içtüzüğünün anayasaya
uygunluğunun denetimini yapma yetkisiyle donatılmıştır. Anayasanın
10. maddesinde yer alan kanun önünde eşitlik; 38. maddesinde sayılan
suç ve cezalara ilişkin evrensel ilkeler; yargı organının bağımsızlığını
ve tarafsızlığını sağlamaya yönelik düzenlemeler hukuk devleti
ilkesinin gerçekleştirilmesini sağlayan güvencelerdir.
1982 Anayasası bugüne kadar kaç kez değiştirilmiştir?
1982 Anayasası, yürürlüğe
girdiği tarihten bugüne kadar 14 kez değişikliğe uğramıştır..
Bu değişikliklerden özellikle 1995 yılında 4121 sayılı Kanun;
2001 yılında 4709 sayılı Kanun; ve 2004 yılında 5170 sayılı
Kanun ile gerçekleştirilenler ayrı bir öneme sahiptir. 4121 sayılı
Kanunla yapılan değişikliklerin altında yatan neden büyük ölçüde
1982 Anayasasının siyasal hakları son derece sınırlayan ve siyasal
alanı oldukça daraltan düzenlemelerine karşı duyulan hoşnutsuzluktur.
1990’ların hemen başında ilgili düzenlemeleri değiştirme yönünde
başlatılan siyasi insiyatif, 1995 yılında sınırlı da olsa önemli
değişikler yapılmasının önünü açmıştır. 2001 yılında,
1982 Anayasasının temel hak ve özgürlükler genel rejimi bütünüyle
değiştirilmiştir. 2004 yılında ise, eşitlik ilkesini düzenleyen
10. maddeye, kadın erkek eşitliğini sağlamaya yönelik bir hüküm
eklenmiştir. Yine bu değişiklikle, Anayasanın 90. maddesine, uluslararası
anlaşmaların iç hukuktaki yeri sorununu, en azından temel hak ve
özgürlüklere ilişkin antlaşmalar yönünden çözmeye yönelik
bir düzenleme eklenmiştir.
1982
Anayasasında değişiklik yapan Kanunlar:
1. 17 Mayıs 1987 tarih ve 3361 sayılı Kanun (Resmî Gazete, 18 Mayıs 1987, Sayı 19644 Mükerrer).
2. 8 Temmuz 1993 tarih ve 3913 sayılı Kanun (Resmî Gazete, 10.7.1993, Sayı 21633).
3. 23 Temmuz 1995 tarih ve 4121 sayılı Kanun (Resmî Gazete, 26.7.1995, Sayı 22355).
4. 18 Haziran 1999 tarih ve 4388 sayılı Kanun (Resmî Gazete, 18 Haziran 1999, Sayı 23729 Mük.).
5. 13 Ağustos 1999 tarih ve 4446 sayılı Kanun (Resmî Gazete, 14 Ağustos 1999, Sayı 23786).
6. 3 Ekim 2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun (Resmî Gazete, 17 Ekim 2001, Sayı 24556, Mükerrer).
7. 21 Kasım 2001 tarih ve 4720 sayılı Kanun (Resmî Gazete, 1 Aralık 2001, Sayı 24600, Mükerrer)
8. 27 Aralık 2002 tarih ve 4777 sayılı Kanun (Resmî Gazete, 31 Aralık 2002, Sayı 24980, 3. Mük.).
9. 7 Mayıs 2004 tarih ve 5170 sayılı Kanun (Resmî Gazete, 22 Mayıs 2004, Sayı 25469)
10. 21 Haziran 2005 tarih ve 5370 sayılı Kanun (Resmî Gazete, 23 Haziran 2005, Sayı 25854)
11. 29 Ekim 2005 tarih ve 5428 sayılı Kanun (Resmî Gazete, 9 Kasım 2005, Sayı 25988)
12. 13 Ekim 2006 tarih ve 5551 sayılı Kanun (Resmî Gazete, 17 Ekim 2006, Sayı 26322)
13. 10 Mayıs 2007 tarih ve 5659 sayılı Kanun (Resmî Gazete, 18 Mayıs 2007, Sayı 26526)
14.
31 Mayıs 2007 tarih ve 5678 sayılı Kanun (Resmî Gazete,
16 Haziran 2007, Sayı 26554) ve halkoyuna sunulan bu metinde değişiklik
yapan 16 Ekim 2007 tarih ve 5697 sayılı Kanun (Resmî Gazete,
17 Ekim 2007, Sayı 26673)
Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı var mıdır?
1982 Anayasasının
yapımı ve kabulünde, siyasal partilerin ve sivil toplumun yeterli
katılımı söz konusu olmamıştır. Bu Anayasa, 12 Eylül askeri
darbesini gerçekleştiren Milli Güvenlik Konseyinin (MGK) insiyatifinde
yapılmıştır. Darbenin hemen ardından, üyeleri milyonları bulan
çok sayıda sendika ve dernekle bütün siyasal partiler kapatılmış;
sivil toplumun yeni anayasanın yapımına katılımı engellenmiştir.
Anayasa, devlet başkanı MGK başkanı Orgeneral Kenan Evren
tarafından yapılan tek taraflı bir propagandayla tanıtılmış ve
olağanüstü koşullarda halkoyuna sunulmuştur. Siyasetin normalleşmesiyle
birlikte gündeme gelen anayasa değişikliği arayışları, bu Anayasanın
toplumun geniş kesimleri tarafından sahiplenilmesini göstermiştir.
1982 Anayasasında 2001 ve 2004’te yapılan kapsamlı değişikliklerle
demokrasinin güçlendirilmesi yönünde önemli adımlar atılmışsa
da, yapılan çok sayıda değişiklik Anayasanın sistematiğinin bozulmasına
ve zaten önemli sorunlar bulunan temel yapısının daha da deforme
olmasına yol açmıştır. Anayasanın kabulünden beri gündemde olan
ve hala da devam eden yeni anayasa tartışmalarının temelinde, anayasanın
katılıma açık olarak yapılması ve topluma mal edilmesi isteği
ve amacı yatmaktadır. Bir anayasayı “sivil” ve “demokratik”
yapan unsurun, o anayasanın içeriği kadar yapım yöntemi olduğu
göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’nin, toplumun geniş kesimlerinin
sahipleneceği yeni bir Anayasaya gereksinimi olduğu sonucuna varılabilir.
Bu sivil toplum platformunun temel anayasa yaklaşımı nedir?
Demokratik anayasa yapım yönteminde anayasa temsili bir meclis tarafından yapılır. Bu iki biçimde olabilir; “kurucu meclis” yönteminde anayasa esas görevi anayasayı yapmak olan bir meclis tarafından, “normal meclis” yönteminde ise, yasama işlevini yerine getirirken aynı zamanda anayasa yapma görevini üstlenen bir meclis tarafından kaleme alınır. Bu sivil toplum platformunun amacı, anayasa metnini kaleme almak değildir. Bu platform esas olarak, anayasa yapım sürecinde sivil topluma düşen “girdi sağlama” işlevini yerine getirmeyi arzulamaktadır. Bu bağlamda temel hedef; anayasa yapım sürecinde yeni anayasanın esasını oluşturacak ilkeler dizisinin tespiti, değerlendirilmesi ve yasama organına sunulmasıdır
Anayasa Platformu
Anayasa Platformu bir vatandaş platformudur. Bu vatandaş platformunun oluşumu için aşağıda isimleri bulunan, ülke çapında örgütlü kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve işçi, memur ve işveren sendikaları konfederasyonları evsahipliği yapmaktadır.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB),
Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB),
Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu (TESK),
Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ),
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK),
HAK İşçi Sendikaları Konfederasyonu (HAK-İŞ),
MEMUR Sendikaları Konfederasyonu (MEMUR-SEN),
Türkiye Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonu (T.KAMU-SEN),
Türkiye Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirler Odaları Birliği (TÜRMOB),
Türk Veteriner Hekimleri Birliği (TVHB),
Türkiye Barolar Birliği (TBB),
Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB),
Türkiye Noterler Birliği (TNB)
Video
Tüm videolara ulaşmak için tıklayınız.